İnsanları kendi korkularıyla yüzleşmeye ve hayallerini keşfetmeye davet eden bir fotoğrafçı olan Samira Aboudan, bunları ilk elden deneyimleyen birisi. Kendi geçirdiği ailesel problemlerinin yol açtığı depresyon ve anksiyete ile mücadele ederken yaşadığı ve üstesinden geldiği zorlukları instagramdaki takipçileriyle cesurca paylaşıyor. Limitlerini zorlamak ve insanların imkansız gördüğü hayallerini kovalamanın önemini bizlere yaşayarak gösteren Biyolojist ve Doğa fotoğrafçısı İspanyol Samira Aboudan ile Japonya seyahati hakkında konuştum. 
Özlem Burcu: Japonya’nın senin için anlamı nedir?
Samira Aboudan:Liseden beri Japonya’ya gitmek benim hayalimdi. 10 yıldan fazladır Japonya’ya gitmenin hayaini kuruyordum.Küçüklüğümden beri Japon ve Asya kültüründen etkilenmiştim, Bruce Lee filmlerinden İspanya’ya 80’lerin sonlarında  gelen ilk izlediğim animelere kadar. Birçok film ve belgesel izlemiştim. Ama Ergenlik çağımda yirmilerimde yani Rurouni Kenshin(İspanya’da ve Latin Amerika’da “Samurai Warrior” ya da “Samurai X” olarak bilinen) gibi animeleri izlemek için daha fazla Japonya’ya odaklandığımda daha geleneksel Japonyayla ilgilenmeye başladım. 



Daha sonraları Japonya’nın tarihiyle ilgili belgeseller izlemeye başladım. Filmleri(Takeshi Miike’ın yaptığı 13 Süikastçi gibi), yemekleri, “Samurai Champloo” gibi diğer animeler ve ülkenin farklı yerlerine ait birçok fotoğraf... Hatta A1 seviyesinde( Avrupa ülkeleri standartında dil derecesi) Japonca öğrendim.
Bütün bunlar beni daha fazla bağlanmama sebep oldu. Aslına bakarsanız, bunlardan biri küçükken elime kameramı alıp etrafta öylesine dolaşmama ve gördüğüm o kadar değişik yerleri kameramla nasıl yakalabileceğimi öğrenmek istememe sebep oldu. Aslında her zaman basit bir hobi olarak gördüm, hiç Japonya’ya gidebileceğimi ve kendimi buna adayabileceğimi düşünmemiştim.



Seyahatim çok çılgınca başladı ve hatta şimdi bile bu kadar ileriye gidebildiğime inanamıyorum. Böyle bir yolculuğu her zaman planlanması gerektiğini düşünürsünüz ve bir yıl evvelden almanız gerekir, ama hayır, bazen herşey kendilinden doğaçlama gelişir ve her geçen gün bunu daha çok seviyorum.

Temmuz 2017’nin sonunda ayrıldık ama bir ay öncesine kadar seyehat edeceğimi bilmiyordum. Eğer biri bana 2017’nin başında söyleseydi Japonya’ya gidebileceğimi kesinlikle inanmazdım ve bütün bunlar bir arkadaşımın yazın uzak biryerlerde tatil yapmak istediğini söylemesiyle gelişti. Bir çok seçeneğimiz vardı ve sonunda Japonya’da karar kıldık. Sadece iki kişiydik. Hiç turlardan yararlanmadan bütün seyahatimizi planladık ki bu harika birşeydi çünkü böylelikle direk bir çok yerel halktan kişiyle iletişime geçtik, bize yardımcı oldular. Eğer tam paket bir turla gitmiş olsaydık hem ilk olarak daha pahalıya mal olurdu ve ikincisi bu kadar çok insanla tanışma fırsatımız olamazdı.


Özlem Burcu: Japonyaya kaç defa seyahat ettin? Ne kadar süre ile kaldın?
Samira Aboudan: Japonya’ya ilk defa gittim ve orada yaklaşık olarak iki hafta kaldım, küçük otel odalarında ya da daha küçük odalarda (İspanyol stiline kıyasla tabi ki ).




Ayrıca Kanazawa’da Ryokan’da(geleneksel Japon stili konaklama) da kaldık. Burada çok iyi ağırlandık ve çok kibar insanlarla tanıştık, kesinlikle tavsiye ediyorum, Instagram hikayemde bu yerin videosunu kaydettim. (Buraya Karasawa Inn Ryokan deniyor)




Özlem Burcu: Japonyada gezdiğin yerler arasında bir fotoğrafçı olarak bir de kişisel olarak özel bulduğun yeri bizlerle paylaşır mısın?
Samira Aboudan: Sadece bir yer mi?! Ne kadar zor! Kinkaku-ji, Kyoto sokakları  Ninenzaka, Sannenzaka, Ishibei-koji, Miyajima, Shirakawa-go, Osaka Kalesi, Hiroshima Kalesi ... Aslında,bir yerde kalmam gerekseydi şunlar olurdu:ilk köşeyi döndüğümde bir kalabalıkla karşılaşmıştım ve etkileyici altın bir tapınak olan Kinkaku-ji’yi gördüm. Ve Samuray mahallesinin dışında Kanazawa’daki Nomura Evi yıllarca kalmak istediğim bir yerdi.





Fotoğrafçı olarak... bu zor çünkü birçok turistik yeri ziyaret ettim, kalabalık yerleri ve çoğu zaman tipik kartpostal fotoğrafından farklı bir resim çekmek imkansızdı. ( Kinkaku-ji, Kyoto  ve Asakusa, Tokyo’da olduğu gibi).

Ama fotoğrafçı olarak Kyoto diyeceğim çünkü bir geisha’nın fotoğrafını çektiğim bir an vardı. Hatırladığım kadarıyla sabah 10 civarıydı. Nerdeyse kimse yoktu. Ninenzaka Caddesi yakınlarındaydım ve Sannenzaka’da kameramla  dolanıyordum. Birden bir kavşaktan geçtim, tepeye doğru çıkan bir sokakta tanıdıklarıyla bir geisha vardı ve iki kişi fotoğraf çekiyordu(maiko’da olabilir, geisha çırağı). Büyük bir fırsat olduğunu anladım. Haber vermeden birden arkadaşımın yanından çılgın bir şekilde koşarak ayrıldım ve tepeye çıktım. Yaklaşırken sakinleşmeye çalıştım ve koşmayı bıraktım(onu korkutmamak için) Yavaşça yaklaşıp nazik bir şekilde kameramı gösterirken Japonca dört beş kelime söyledim.Çok nazik bir şekilde “hai”(Japoncada “evet”) diyerek cevapladı. Eğildim ve sonra birkaç fotoğraf çektim. (bazılarının kötü çıkma olasılığına karşın) ve birbirimize nazikçe bakarak gülümsedik ve Japonca “domo arigatou gozaimasu”(çok teşekkür ederim) dedim.



O gün ne kadar mutlu olduğumu tahmin bile edemezsin. Fotoğraftaki ışık çok sertti( çok erken olmasına rağmen, Japonya olması nedeniyle) yine de, umursamadım o anı yakalamak istedim ve o bana poz verdi.

Özlem Burcu: Kyoto, Tokyo, Hiroshima, Kanazawa, Shirakawa  gibi Japonya’nın farklı şehirlerine yolculuk edip en güzel, en özel turistik mekanları ve doğadan anları fotoğraflamaya çalıştın. Anladığım kadarıyla çok planlı hareket eden birisin. Senin gibi hem dolaşıp hem fotoğraf çekmek isteyen gezginlere verebileceğin tavsiyeler nelerdir?(Japonya ile ilgili)
Samira Aboudan: Tren biletlerinden günlük gidilecek yerlere kadar ben planladım bu geziyi ama fotoğrafçı olarak daha fazla planlı olmam gerekirdi ama açıkladığım gibi zaman yoktu.
Kişisel olarak Japonya’ya Ağustosta gitmek istemezdim( ki öyle oldu), çok sıcaktı ( Gerçekten çok sıcaktı!)ve çok turist vardı, ki bu da turistik sezonlarda gitmenin dezavantajıdır. Yapabiliyorsanız sezon dışı seyahat edin, örneğin sonbahar ya da ilkbahar fotoğrafçılar açısından çok takdir edilen dönemlerdir.




Fotoğraf çekebilmek için ışığı dikkate almak gereklidir, bu yüzden yapabilirseniz, ışığın her zaman ufukta olduğu zamanlarda ziyaret etmeye çalışın çünkü böyle zamanlarda en uygun ışıklandırmaya sahip olursunuz , sabahta, öğleden sonra da. (gün doğumu, gün batımı). Tabi ki açık havada fotoğrafçılık yapacaksanız ara saatlerden kaçının ve her zaman uzak yerlerdeki gün ortası güneşinin  kendi yerinizdekinden farklı olduğunu unutmayın.Ben İspanya’da yaşıyorum o yüzden bu farkı hissettim. Japonya’da sabah 9-10’daki güneş İspanya’daki öğlen 12 güneşiyle aynı kuvvetdeydi. Buna dikkat edin çünkü bunu benim deneyimleyerek öğrenmemden başka şansım yoktu.



İnternette bu konuda birçok bilgi var ayrıca birçok mobil uygulamaları da var güneşin ve ayın yerini size söyleyen, ne zaman kararır, gün batımı olur ve diğer şeyler.Değişebilir lensli bir kameranız var ise değişik filitreler kullanmayı deneyin. Benimkinde  UV ve bir diğerinde ise polarizör kullanıyordum, ikincisi birçok zaman kurtarıcım oldu. Eğer telefonunuzun kamerasını kullanmak isterseniz onla da olur. Bazı fotoğraflarımı onla çektim ve hiç fark olmadı. Daha fazla fotoğraf çektikçe daha iyiye gidersiniz. Benim imgelerim özel değil ancak yine de çok fazla dikkat çekiyor. Neden çekmesin?
Genellikle detaylara manzaradan daha fazla odaklanırım, yine de onlara da odaklanırım. ( Gezi fotoğrafçısı olmanın gerekliliği, birçok farklı şeyi yapmaya başlıyorsunuz.) “üçte bir” kuralını çok uygularım, bir konuda görünüşe odaklanmayı severim. 
Ve son olarak Japonya çok fotojenik, her köşede fotoğraflanabilecek bir an var, ama her zaman kamerayla olmayın, Dünyayı vizörün arkasından ya da ekrandan sürekli görmeyin, gerekli olanları fotoğraflayın, istediklerinizi kaydedin ve manzaranın tadını çıkarın. ;)
Özlem Burcu: Kameranla yakalamayı başardığın çok ilginç bir an var mı? Planlı olmayan ve yakaladığına şaşırdığın.
Samira Aboudan: Ünlü Shibuya geçidinden geçiş anı. Çok fazla kişi vardı bu yüzden doğaçlama yapmam gerekiyordu, bir çok fotoğraf çektim ve değişik perspektiflerden video. (Hepsi klişeydi, turistik mekanlarda olacağı gibi.) bir yaya geçidine girdiğimizde tam kalabalığa girerken trafik ışıkları yeşil yandı. Çok normal görünsede, heyecan verici bir andı trafik ışıklarının yayalar için yeşil yandığını duyduğunuz an ve geçmeye başlıyorsunuz. Nasıl yapıyorlar anlamadım ama kimse birbirine çarpmıyor. Garip. Ben çok heyecanlıydım çünkü mistik ve en ünlü yerlerden birinden geçiyordum bir yandan fotoğrafladım, filme çektim, o anı gösteren düzgün bir fotoğraf çekmek istedim. Ama kimseye çarpmadan, aynı zamanda bir sürü insanla çevriliyken ( bu çok sevmediğim birşeydir), yani böyle bir duygu içersinde bir elime kameramı aldım ve kolumu uzatabildiğim kadar uzattım ve böylelikle bu resmi çekebildim.   Oldukça iyi sonuçlandı. Bazen en etkileyici şeyler planlı olanlar değil doğaçlama olanlardır.




Özlem Burcu: Senin için “en huzurlu an” diyebileceğin bir fotoğraf var mı Japonya’da çektiğin?
Samira Aboudan: Evet birçok. Furin denilen Japon rüzgar çanlarının sesini ve sessizliği sevdim. Çok rahatlatıcı, ve tapınaklarda bunu kolayca bulabiliyorsunuz, hangisini ziyaret ederseniz edin. Bu huzur ve sadelik... muhteşem.



Bir diğer huzurlu an ise Kanazawa’daki Samurayların evi Nomura’yı ziyaret ettiğim andı. Tipik bir Japon eviydi küçük ama hayat dolu bir bahçesi olan, balıklar, fıskıye ve birçok bitki... ve ikinci katında pencereleri yine aynı bahçeye bakan iki oda vardı. Oraya oturdum ve arkadaşım benim için bu fotoğrafı çekti. Çok sevdim.



Son olarak Shirakawa-go’da gözlemeye çıktığımda. Burası Dünya miras listesinde olan bir kasaba. Yazında kışında birçok kez fotoğraflanmış.Orda olduğuma inanamadım, ne kadar garip bir yer , bir hikayeden, bir filmden ya da video oynundan alınmış gibiydi. Arkadaşım bu resmi çekerken buraya nasıl geldim diye hep düşünüyordum ve bu seyahatin benim için anlamını. Turistler vardı ama kalabalık değildi bu yüzden sessizce oturup uzaktan kasabayı seyrettim.



Özlem Burcu: Japonyaya tekrar gitmeyi planlıyor musun?
Samira Aboudan: Henüz değil. Başka yerler var aklımda ama dönmek istiyorum ve daha çok çiçeklerin açıldığı(ilkbaharda sakura zamanında), sonbaharda(fotografik olarak en güzel iki dönem), Okinawa’yı ziyaret etmek, Kumano ya da Nakasendo gibi bir rota izlemek ya da biyolog olarak adayı ziyaret etmek , hayvanların olduğu yerleri ziyaret etmek (Jigokudani maymunları gibi) istiyorum.




Oh, birde Fuji dağını görmeye gitmek, göremedim, daha fazla zamanımız yoktu ve Tokyo’daki son günlerde yakalandığımız tayfun, bulut ve yağmur nedeniyle göremedik.

Özlem Burcu: Çekemediğini düşündüğün bir resim var mı gittiğin yerlerde. Geriye dönüp şöyle bir anı yakalayıp çekmek istiyorum dediğin bir yer?
Samira Aboudan: Kinkaku-ji (Kyoto’daki Altın Tapınak)’nin daha iyi bir fotoğrafını çekmek istiyorum. Daha bir açıyı düşünerek oradan ayrılmam gerekti. Ama insan doluydu ve geçiş yeri çok kısıtlıydı sakin bir şekilde yürümek imkansızdı.



Tapınağı çok sevdim. Ama fotoğraflarım tipik kartpostallardan farksızdı. Yine de daha önce gittiğim çok sevdiğim  belirli noktalara geri dönerek daha iyi ekipmanla belki daha fotojenik zamanlarda ilkbahar ya da sonabahar gibi, daha fazla sukunetle “mükemmel”fotoğrafı(aslında olmayan) arayabilirim. Japonya’nın yazı beni şaşırttı aslında, çok güzeldi, birçok yeşil yaprak vardı heryerde, bunu beklemiyordum açıkçası.
Yaşadığım yer olan İspanya’nın güneyi belirli alanlar dışında kurak alandır ve bereketli bitki örtüsü yoktur. Bu yüzden oraya vardığımda oldukça şaşırdım değişime, çok hoşuma gitti.



Aynı zamanda Fushimi Inari’ye geri dönmek isterim.Tüm rotayı tamamlamak için. Çünkü oradayken yalnızca bir sabah kalabildik.



Ayrıca daha fazla sokak fotoğrafı çekmek isterim. Bu disiplini pek sevmem açıkçası ordayken bundan kaçındım  Tokyo dışında ki orada seçeneğim yoktu. O kadar modern ki doğaçlama yapmam gerekti.Yinede  evime geri döndüğümde çektiklerime baktığımda oldukça memnun kaldım.O zamandan beri resimlerimde insanlar var, daha evvel böyle olmamıştı.



Tabi, alanınızı terkedip daha fazlasını görmeniz gerekiyor ve kendinizi limitlediğinizi farkediyorsunuz.
Japonya’yı çok gözümde büyütmüştüm. Yıllarca idolleştirmiştim, benim için ulaşılamayacak dokunulamaycak birşeydi, ama hayır oradaydı, Japonlar oradaydı, hepimiz gibi insanlardı ve sadece birkaç saat uzaklıktaydı ve biraz birikim yaparak hayallerinize ulaşabiliyorsunuz. ( Her ne üzerinde çalışıyorsanız, hayal ediyorsanız).


Çünkü hayaller onları gerçekleştirmek için vardır, hergün hayalini kurup istediğini elde edemeyeceğini sana hatırlatmak için değil.
Aynı zamanda bu seyahat bana değişimi temsil ediyordu, zorlu bir çocukluktan dolayı sahip olduğum bütün o problemleri(depresyon, anksiyete, özgüven eksikliği...)  geride bırakmayı.



Herşeyin üstesinden 31 yaşında gelebildim ve şimdi buradayım seyehatimden döndüğümden beri yeniden doğmuş gibi hissediyorum, sanki başkasıydım, hala kişisel ve profesyonel olarak geliştirmem gereken birçok şey var ama buradayım ve bu yolu yürüyorum. Hiçbir yer, kültür ya da ünlü kişi ulaşılmaz değil, hepsi normal,  farklı insanlar ve bir sürü onları tanıyan insanla dolu yerler, ama sadece bu kadar. Japonya bana limitlerimi unutmamı öğretti ve çocukluk korkularımı.  Japonya’yı gözümde çok büyütmüştüm ama hayal kırıklığına da uğratmadı.


Japonyaya gitmeden önce, Japonya ile ilgili bir şov izlerken çok kıskanırdım ve oraya hiçbir zaman gidemeyeceğim gibi gelirdi. Ama şimdi bir belgesel ya da Japonya ile ilgili birşey gördüğümde hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri olarak düşünüyorum ve gülümsüyorum çünkü orada gördüğüm ve yaşadığım şey, muhteşemdi. ;)