Cenk her sene olduğu gibi yazlığa varır varmaz kendini öncelikle tavan arasına atmıştı. Ailesi artık ilk bir saat nereye kaybolduğunu soruşturmayacak kadar ona güveniyordu. Ne de olsa onuncu yaşından iki gün alıyordu. Bir keresinde büyükannesi ona tavan arasında ne aradığını sormuştu. Tavan arasının kapağını altı yaşındayken keşfetmiş, her sene adadaki yazlıklarına gittiklerinde evin ruhunu selamlamak ister gibi kendi odasına gitmeden ilk birkaç saatini orada geçirmeye başlamıştı. Büyükannesi Cenk’in büyümüşte küçülmüş tavırlarına her ne kadar alışık olsa da ondan gelen “her sene daha büyüyorum büyükanne, değişiyorum. Belki daha evvel görmediğim bir şeyi farkedebilirim, en son ne zaman oraya çıktın bilmiyorum ama çok ilginç bir yer orası, bir sürü ilginç şey var.” cevabıyla şaşıp kalmış, sadece gülümseyebilmişti.
Bu senede diğer senelerde olduğu gibi bir ritüel gerçekleştirircesine tavanarasının kapısını araladı. Diğer senelerden farklı olarak içeriden sızan ışığı görünce birden nefesini tuttu. “Bir şey değişmiş” diye geçirdi içinden. Heyecanla odaya ilk adımını attığında pencerenin önündeki sandığı fark etti. “Yeri değişmiş!” dedi yüksek sesle. Her ne kadar her sene sadece birkaç haftasını burada geçirsede, odadaki büyük eşyaların yerini çok net hatırlıyordu.
Sandığın kapağını açar açmaz karıştırmaya başladı. Birkaç deniz kabuğu, bir oyuncak araba, renkli bir şişe ve birkaç ıvır zıvır daha... Birden kalbinde bir şeylerin burkulduğunu hissetti. Boşuna heyecanlanmıştı. İçinde gözden kaçırdığı bir şeyler varmı diye bakabilmek için çıkardığı şeyleri geri koyarken şişeden gelen ses tekrardan heyecanlanmasına sebep oldu. Bir şıngırtı geliyordu.
Ağzı kapalı şişenin üzeri renkli olduğundan içinde ne olduğunu göremiyordu. Ancak içerisinde bir şey olduğundan emindi. Elinde şişe aşağı koşmaya başladı. Şişe neredeyse Cenk’in yarı boyunda gibi gözüküyordu. Cenk’in bır hızla mutfağa girdiğini gören annesi babaannesiyle bakıştı. Yüzlerindeki ifade konuşmalarına gerek bırakmıyordu.
Cenk’in sesiyle kendilerine geldiler. “Annee, açacak nerede?!”
Açacağı annesinin elinden kapan Cenk, kendini bahçeye atmıştı. Ağacın altında dört ayak şişenin içerisinden çıkan eski bir oyuncak yüzüğe ve büyük bir haritaya bakıyordu. Terden saçları alnına yapışmıştı. Normalde hiç vakit kaybetmeden kuruturdu saçlarını. Her ne kadar bu saç biçimini sevmesede alnındaki bisiklet yarasını kapatmasının tek yolu buydu. Haritayı incelemeye o kadar dalmıştı ki birkaç çocuğun duvarın üzerinden onu izlediklerini fark etmemişti. Ada çocukları için Cenk her zaman bir “gizem” olmuştu. Fazla konuşmayan, sert bakışlı, çekingen olmasa da yaklaşılması zor biriydi. Ama bu sene farklı olacak demişlerdi aralarında. Çünkü aslında kötü bir çocuk olmadığına kanaat getirmişlerdi. Ninelerin elinden poşetlerini alıp taşıyan, çöpleri erkenden çıkarıp atan, yaralı kedi yavrularını gizlice besleyen biri nasıl kötü olabilirdi ki.
Tarık arkadaşlarını “geliyor geliyor!” diyerek ağacın arkasına itekledi. Bu sefer kararlıydılar bir şekilde buzları kıracak ve Cenk’in kendileriyle dost olmasını sağlayacaklardı.
“Ne yapıyor?” diye sordu Cemile.
“Bakkala girdi.” diye fısıldadı Cemal.
Tarık, Cemal ve Cemile neredeyse doğdukları günden beri beraberdiler. Cemal ve Cemile ikiz kardeşler, Tarık ise onlardan bir gün sonra doğmuş yan komşularının oğullarıydı. Ama her sene aksatmadan beraber kutluyorlardı. İki defa Cemal ve Cemile’nin doğum gününde, bir defa da Tarık’ın doğum gününde... Bu onlar için daha fazla hediye-pasta kombinasyonu anlamına geliyordu. Hediye konusunda çok yaratıcı olan arkadaşlar hediye alamadıkları tanıdıklarından harçlık talep ediyorlardı. Hatta geçen sene işi abartıp bakkalda doğum günü hediye hesabı açmışlardı. Böylelikle canları çeken şeker, top gibi ihtiyaçlarını alabiliyorlardı. Anneleri ne zaman “bu kurnazlığınız kime çekti bilmem” diyerek kızmak istese hemen “biz z kuşağıymışız annecim, televizyon öyle dedi. Ne istediğimizi bilirmişiz ondan olmasın” şeklindeki yaratıcı hazır cevap davranışları kadının sinirden dilinin tutulmasına yol açıyordu.
“Çıktı, çıktı hadi koşun” dedi Tarık. Cemile bilmiş bir tavırla “hepimiz girersek şüphelenirler sen git sor bakalım ne almış, ne demiş, nereye gidiyormuş.” dedi Tarık’a.
Tarık’ın girip çıkması çok kısa sürmüştü. Hemen peşine düştüler Cenk’in, çok yaklaşmıyor, ancak gözden de kaçırmak istemiyorlardı.
“Ne almış” diye sordu Cemile daha fazla Tarık’ın sessizliğine dayanamayarak.
“Bir plaj küreği, bir plaj kovası, iki sandviç ve...”
“Ve..??” dedi ikizler aynı anda.
“Ve bir süpürge?”
Üçüde alınan eşyalar arasında bir türlü bağlantı kuramamıştı.
“Bir süre daha takip etsek iyi olacak” dedi Cemal. Cenk’i sahile kadar takip etmişlerdi. Bir şezlongun arkasına sinmiş ne yaptığını izliyorlardı. Bir anda Cemal annesinin anlattığı hikayeyi hatırladı.
“Cemile hatırlıyor musun yaşlı kaplumbağa’nın hikayesini?”
“Ne kaplumbağası?” diye sordu Tarık hiçbir şey anlamamış şekilde.
“Hatırladım” dedi Cemile ve Tarık’a anlatmaya başladı:
“Bu kıyıda büyük bir kaplumbağaya benzeyen bir taş var. Eskiden çocuklar bu taşın yalnız kalan ve denize giden yolu bulamayıp kaybolan bir deniz kaplumbağasına ait olduğuna inanırmış. Çocuklar özellikle yazın her hafta o taşın bulunduğu yerden denize kadar bir yol açarmış. Kışında yalnız kalmasın korunsun diye kumdan kale yaparlarmış.”
“Ben niye hiç duymadım bunu?”
“Büyük ihtimal unutulduğu için. Şu anda adada ne kadar az çocuk var farkında mısın?”
“Siz niye anlatmadınız bana bunu?”
“Artık çocuk değilizde ondan.”
“9 yaşındasın Cemile, hepimiz öyleyiz hatırlatmaya gerek var mı?”
“Tamam, kesin hareket ediyor.”
“Kim?”
“Ohoo, atışmanızdan yeni çocuğu unuttunuz galiba.”
“Yeni çocuk diyorsunda 4 senedir görüyoruz onu, neresi yeni artık.”
“Resmi olarak tanışıncaya ve kaynaşıncaya kadar yeni çocuk olarak kalacak.”
“Nereye gitti bu?”
“Hadi biz gidip tamamlayalım şu yolu...”
“Emin misin, Cemal?”
“Eminim Tarık, hadi yürüyün.”
Cemal, Cemile ve Tarık kimsenin dikkatini çekmeden Cenk’in küreğini bıraktığı yere doğru ilerlediler. Tam su yolunu tamamlamışlardı ki uzaktan gelen Cenk’i fark ettiler. İç güdüsel olarak saklanmayı kendilerini tanıtmaya tercih ettiler.
“Biz niye saklanıyoruz” diye sordu Tarık.
“Bilmiyorum sanki yardım ettik diye kızacak gibi hissettim” dedi Cemile.
Kardeşi de başıyla onayladı. O sırada Cenk taştan denize kadar açılan yolu inceliyordu. Çantasından bir polaroid kamera çıkarıp fotoğrafını çektikten sonra taşın üstüne bir şeyler bırakıp yoluna devam etti. Gizlendikleri yerden Cenk’i izleyen üç arkadaş şaşırmıştı. Hemen taşın yanına gidip bıraktığı şeyin ne olduğuna baktılar.
En sevdikleri şekerlemelerden olduğunu görünce oldukça şaşırdılar. Şekerleri alıp Cenk’i takip etmeye devam etmeye karar verdiler. Bu sefer Cenk uzun ve dik bir yokuşu çıkarak eski yıkık dökük tarihi bir kiliseye gelmişti. “Bu şimdi burada ne yapıyor?” diye sordu Cemile iki elinide beline koyarak.
“Bu sefer cevabı ben biliyorum sanırım” dedi Tarık.
İkizler merakla arkadaşlarına doğru dönerek ne diyeceğini beklemeye koyuldu.
“Annemler küçükken üzüm hasadı zamanı buraya gelirlermiş. Eğer dilek tutarak kiliseyi süpürürsen bahçesindeki üzümlerin tadı çok lezzetli gelirmiş. Başka hiçbir yerde bu kadar lezzetlisini bulamazmışsın.”
“Sen yedin mi peki?” diye sordu Cemal merakla.
Evet dercesine başını salladı Tarık “Ama o kadar güzel gelmedi bana, belki üzüm sevmediğimdendir.”
Konuşmaya dalan arkadaşlar Cenk’in sessizce onlara yaklaştığını fark etmemişti.
“Denemek ister misiniz?” diye sorarak üçününde irkilmesine sebep oldu. Cemile bu fırsatı kaçırmak istemediğinden ilk konuşan olmuştu.
“Tabi! Ben Cemile bu arada.”
Cenk fazla bir şey demiyor sadece başıyla selam vererek yeni arkadaşlarını büyük kapıdan içeriye doğru girmeleri için cesaretlendiriyordu. Kilise dışarıdan her ne kadar küçük gözüksede içerisini süpürmeye başladıklarında bitmek bilmemişti. Pes ettiklerinde öğlen olmuş hepside açlıktan zor kıpırdanır hale gelmişti. Son enerjileriyle daha tam olgunlaşmamış üzümlerden birer salkım koparmayı başarmışlardı.
“Aslında hiç fena değilmiş” dedi Tarık daha önce söylediği yorumu değiştirerek.
İkizler başlarını sallayarak onayladılar. O sırada kilisenin müştemilatında kalan bekçi Zehra, çocukların çok çalıştıklarını görerek limonata getirmişti. Gülümseyerek tepsiyi onlara uzattığında konuşmanın ortasından girerek merak ettikleri sorunun da cevabını vermiş oldu.
“Çocuklar o üzümler neden lezzetli biliyor musunuz? Siz elinizden gelen çabayı gösterip burayı tertemiz yaptığınız için. İnsan bir şeyler başarmak için çaba sarf ettiğinde emeğinin karşılığını hep böyle tatlı şeylerle alırda ondan.” gitmeden Cenk’e de göz kırpmayı ihmal etmemişti.
Bu hareket Cemile’nin gözünden kaçmamıştı. “Tanıyor musun?” diye sordu Cenk’e.
“Hayır” diyerek cevap verdi Cenk. Ama adının haritada yazılı olan “Zehra Teyze” olduğunu tahmin ediyordu.
O sırada çantasından çıkardığı sandviçleri bölerek yeni arkadaşlarına uzattı.
“Bana temizlemede yardım ettiğiniz için.”
Hepsi bir ağızdan teşekkür ederek hemen yemeğe koyuldular. Cemile’nin bir gözü Cenk’in elinde tuttuğu haritadaydı. Ne olduğunu öğrenmek için can atıyordu ancak çok soru sorarak kaçması için bahane üretmesinede neden olmak istemiyordu.
“Yel değirmenine” dedi kısaca Cenk. Bu seferki olayı hiçbiri bilmediğinden devamını getirmesi için Cenk’in yüzüne dikkatlice bakmaya başladılar. Cenk bakışlarından rahatsız olsada konuşmadan onu rahat bırakmayacaklarını anlayınca sandviçinden büyük bir lokma alarak konuşmasına devam etti.
“Tam 12’de Yel değirmenini izle, gölgesinin gösterdiği x’de, bir hazine yatar derinlerinde, eğer yeterli görmezsen kendine, hazineni gömmeden dönme geleceğe.”
“En azından haritada böyle yazıyor.” diye ekledi.
“O zaman...”
“O zaman?”
Hepsi bir ağızdan “Yel değirmenine!” diye bağırdılar. Uzun zamandır ilk defa gülümsemişti Cenk. Cemile’nin gözünden kaçmamıştı tabi bu minik gülümseme. Aynı saçlarının arasından belli belirsiz gördüğü yara izi gibi. “Çok havalı, aynı büyücü çocuk gibi.” dedi.
Umursamıyormuş gibi davranarak “ Öyle mi dersin?”dedi Cenk.
“Yaralarımız bize maceralarımızı hatırlatmaz mı?” dedi Cemile kendinden emin bir tavırla.
İkizinin neyden bahsettiğini anlayarak söze girdi Cemal “Tabi ki, süreç iyi ya da kötü de olsa sonuçta başardıklarımızı hatta.”
Sesli hiçbir zaman dile getiremiyeceğini bilsede bakkaldan çıktığından beri onu takip etmelerine izin verdiği için mutluydu.
“İyiler midir acaba saat neredeyse yarım oldu” dedi babaanne.
Sakin bir şekilde gazetesinin sayfasını çevirerek “malzeme ikmali yapıyorlardır muhtemelen” dedi baba.
“Zehra teyzeden çıkmışlar, haberi geldi” dedi anne.
“Çocukken yaptığınız yaramazlıklara kendi çocuğunuzu da teşvik ettiğinize inanamıyorum.” diye çıkıştı babaanne.
“Sakin ol anne, bu adanın geleneği bu. Yolculuğun sonuna geldiğinde asıl hazinenin arkadaşları ile yarattıkları anılar olduğunu anladığında Cenk daha da büyümüş hissedecektir. Kim bilir belki bir gün kendi çocuğuna verir haritayı.”
“Çocuk daha on yaşında! Kurduğun hayale bak.”
“Ama daha şimdiden şişedeki yüzüğü verebilecek birini bulmuşa benziyor.” diye ekledi anne, çocukların koşarak geçtiğini pencereden görünce.
“İkinizde delisiniz.” dedi babaanne. Cenk’in sadece kendisinin keşfedebileceği hazinenin peşinden dolaşmasına sevinen anne ve baba, gülümseyerek işlerine devam ettiler.
-SON-
YAZAN: Ö.Burcu ÖZTÜRK(2021)
1 Yorumlar
Cundada gezdim geldim. Eline yüreğine sağlık
YanıtlaSil